Kumbara Hırsızı

Bugün bir kitabın daha sonuna geldim. Öncelikle bana kitabı tavsiye eden canım arkadaşım Tolga Tezmen'e teşekkürü bir borç bilirim. Kitabımız Aziz Nesin'den "İstanbul'un halleri". Sanırım hayatımda ilk defa bir kitabı okurken bu kadar gülümsedim, eğlendim. Kitap, İstanbul'a dair çeşitli öykülerden oluşuyor. İstanbulun güzelliğini, onu ne kadar sevdiğini anlata anlata bitiremiyor Aziz Nesin. Ancak tabi konu İstanbul olur da, güzelliklerinin yanında güzel olmayanlarından bahsetmek olmaz mı? Olur. Neler var örneğin? Yalancılık, dolandırıcılık, insan dışılık, maddiyatçılık, cahillik..üstüne parasızlık, işsizlik, düzensizlik. Hepsi var hepsi. Kitabın ilginç tarafı, kitabı nasıl okuduğunuzla da alakalı. Aziz Nesinin espri anlayışını, mecazlı, cinaslı dil kullanımını kavrayabilmek herkes için o kadar kolay olmasa gerek. Öyküler o kadar doğduğum ülkeyi, Anadolu insanlarını, kültürünü yansıtıyor ki, kendinizden ve yahut çevrenizden birşeyler bulmamak elde değil. Farklı lehçeleri, bir kültür içindeki kültürel farklılıkları okuyucuya iyi aktardığı gibi, bireysel farklılıkları da çok güzel yansıtmış. Ben kitabı çok severek okudum, size de tavsiye ediyorum. Kitaptaki çoğu hikayeyi çok beğenmiş olsam bile, "en çok" sevdiklerimden bir tane öyküyü, ki kendisi ilk hikayedir, paylaşmak isterim :


KUMBARA HIRSIZI

Altı aydanberi istanbul'un sokaklarında, iskele ve duraklarında, telefon odalarındaki otomatik telefonların kumbaraları çalınıyordu. Bir tedbir olmak üzere, Telefon idaresi Almanya'dan yeni otomatik telefonlar getirtti. Bunların kumbarası telefon sandığıyla birlikte olduğundan, kumbaranın sökülmesi olanaksızdı. Ama bu sefer de hırsızlar, kumbarayla birlikte bütün telefon sandığını olduğu gibi çalıp götürmeye başladılar. Vapur iskelelerinde, postanelerde, garlarda ne kadar otomatik telefon varsa, hemen hepsi çalınmıştı.İdare, haftada bir yeni telefonlar koyuyor, ertesi gün, hatta o gün, yeni
konulan telefon çalınıyordu.Telefon İdaresi buna karşı başka bir tedbir düşündü. Bir komisyon kuruldu.
Uzmanlardan biri şu teklifi ortaya attı:
- Kumbaraları nasıl telefon sandığından sökülmez bir halde bütün yaptıysak, şimdi de telefon odasıyla, telefon sandığını birbirinden ayrılmayacak biçimde perçinli yapalım.
Bu buluş, komisyon üyelerine uygun geldiyse de içlerinden biri,
-Bu bir tedbir değil! dedi. 
-Neden?
-Biz bunu denedik, olmadı. Eskiden hiç olmazsa yalnız kumbaralar çalınıyordu.Çalmasınlar diye kumbarayı telefon sandığına perçinli yaptırdık, bu sefer olduğu gibi sandığı da birlikte yürüttüler. Şimdi, sayın arkadaşlarımız kumbarayı, telefonu, kutuyu ve odayı hep bir yapalım, perçinli olsun da birbirinden ayrılmasın diyorlar. Fakat düşünmüyorlar ki, hırsızlar bu sefer odayı da birlikte, topunu birden çalacaklarından İdare'mizin zararı daha büyük olur.
-Öyleyse ne yapalım? diye bir ses yükseldi.
-Yapılacak şey, hırsızlara komisyon, yahut prim vererek, kumbaraları çalmamalarını kendilerinden rica etmektir.
 -Ne hacet? Prim vereceğimize aylığa bağlayalım, alıp memur yapalım. Geç efendim, olur mu böyle şey?
-Sayın arkadaşlar! Bir noktayı unutuyorsunuz. Herifler ortada yok, siz primden,komisyondan, aylıktan konuşuyorsunuz. Önce herifleri yakalamalı, sonra aylığa bağlamah.
-Yakaladıktan sonra ne diye aylık verecekmişiz? Polise teslim ederiz.
-Peki ama, hırsız bu söylediğimizi duyarsa, yakalanır mı hiç?
-Biz kendi aramızda konuşuyoruz, biz bize...
-Olsun. Yerin kulağı vardır.
Telefon İdaresi, telefon kumbaralarını çaldırtmamak tedbirleri düşüne dursun,hırsız kovalamakta, hırsız yakalamakta ve yakaladıklarını kaçırmaktaki büyük değerini herzaman ve heryerde ispat etmiş olan polisimiz, telefon kumbarası hırsızlarından birini enselemişti.
Demokratik rejim gereği, muhalefet yerelması gibi dur durmadan filiz verip, her filiz toprağa dalınca boyuna kök saldığından polisin işi zorlaşmıştı. Her muhalifin arkasına bir polis takmaya, polis kuvveti yetmiyordu. Bunun üzerine polislere beş altı iş birden veriliyordu. Polisler ilk iş olarak
muhalifleri izlerken, biyandan da hırsızları yakalamaya, kaçakları tutmaya, randevuevlerini basmaya çalışacaklar ve nöbet tutacaklardı. Haydarpaşa Garı'nda altı işi birden yapan, Şarlok Holmes'a taş çıkartacak kadar dikkatli bir polis,telefon odalarından çıkan bir adamdan şüphelendi. Dünyada şu iki gerçeği, iki kere iki dört eder gibi ezberle-meli: Polisin gözünden hiçbişey kaçmaz bir, bir de dünyanın öbür ucuna kaçsan adaletin pençesi yakandadır iki... Uzun boylu, geniş omuzlu bir adamdı. Orta yaşlıydı. İyi giyimliydi. Telefon odasının kapısını açıp başını dışarı uzatmış, dört biyanı kuşkuyla gözetlemiş, ancak ondan sonra telefon odasından çıkmıştı. Pardösüsünün altında bir şişkinlik vardı.
Sivil polis, izlemekte olduğu muhalife,
-Kardeşim, rica ederim biyere ayrılma,dedi, ben beş dakikaya kalmaz, gelirim.
Telefon odasından çıkan adam, garın merdivenlerini iniyordu. Pençe, omzundan yakaladı.
-Nedir o pardösünün altındaki?
Adam hiç kalıbını bozmadı. Tecrübeli polis böylelerini çok görmüştür. Örneğin şimdi bu polis var ya, bir gece yarısı, bir ticarethanenin kasasını kamyona yükleyen bir hırsız görmüştü.
Hırsız, hiç şaşırmadan, o ticarethanenin sahibi olduğunu söylemişti. Belki bu hırsız da, "Telefon İdaresi'nin tamircisiyim.
Makine bozulmuş da tamirhaneye götürüyorum," diyecekti. 
Polis bir daha sordu:
-Ne var, diyorum.
-Telefon...
Polis kurnaz kurnaz güldü: -Telefon ha?..
-Evet, satın aldım.
Düdükler öttü. Yardımcılar geldi. Hırsızı karakola götürdüler.
Hırsız,
-Yoruldum, dedi.
Pardösüsünün altındaki koskoca otomatik telefonu Komiserin masasına koydu. Sonra da,
-Ne istiyorsunuz benden? diye sordu. Polisler birbirlerine:
-Amma soğukkanlı hırsız! dediler. Komiser, adamın düzgün kılığına bakıp:
-Kibar hırsız! dedi. -Hırsız değilim, çalmadım.
-Ya n'aptın? Bu koca alameti yazıhanene mi kuracaksın, yoksa evine mi?
 -Yazıhanemde de telefon var, evimde de...
 -Oooo... Gangster...
-Rica ederim Komiser Bey. Bu genel telefon benim hiçbir işime yaramaz. Üstelik pahalı da, ama satın almak zorunda kaldım.
Odadaki polislerden biri arkadaşlarına, elini kafasına götürüp "terelelli"işareti yaptı. 
Komiser hırsıza,
-Deli numarası yapma, dedi, bak şu copa! Akıllıyı deli, deliyi akıllı eder.
Adam tekrar,
-Rica ederim, dedi, rica ederim Komiser Bey... Siz, benim kim olduğumu
bilmeden...
-Merak etme, sabıka arşivinden, parmak izinden şimdi öğreniriz ne mal olduğunu.
-Benim hiç sabıkam yok.
-Yaa... Demek yeni başladın bu zanaata?
-Yanılıyorsunuz. Beni herkes tanır. -Adın ne senin?
- Ulvi Yatkınay. Telefon rehberine bakın, orada adımı göreceksiniz.
Gerçekten de telefon rehberinde, ev, yazıhane, depo olmak üzere Ulvi Yatkınay adına üç ayrı telefon numarası vardı. Komiser,
-Demek şimdi de sahtecilik ha? dedi. Başka birinin adını verip, aklınca yakayı kurtaracaksın elimizden...
Kısa bir araştırma sonunda bu adamın hiçbir sabıka kaydı bulunmadığı gibi, gerçekten de Ulvi Yatkınay adında zengin bir tüccar olduğu anlaşıldı.
Eski bir polis,
- Ben böylelerini çok gördüm, dedi, bunlar kibarlar arasından çıkar. Buna kleptomani hastalığı denir. Ne kadar zengin olurlarsa olsunlar, çalmadan duramazlar.
Adam hâlâ,
- Bu telefon benim malım. Ne istiyorsunuz benden? Parasını ödedim, satın aldım, deyip duruyordu.
Adamın kimliğini, tanınmış biri olduğunu öğrenen Komiser,
- Beyefendi, dedi, eğer satın aldım diye ısrar ederseniz, sizi müşahede altına almaları için Adli Tıp'a yollamak zorunda kalacağım.
-Neden?
-Hiç genel telefon satın alınır mı?
-Hah... Hiç bunu sorduğunuz yok. Satın aldım diyorum size, inanmıyorsunuz. Bu telefon makinelerinin, kumbarası ve kutusuyla Almanya'dan üçyüz liraya getirildiğini, Telefon İdaresi'ndeki bir arkadaşımdan öğrendim. Ben ticaret yaptığımdan hergün yirmi otuz defa telefon ederim. Sokakta olduğum zamanlar, ben de herkes gibi bu genel telefonlarla konuşmak isterim.
Komiser,
-Tabii... dedi.
- Hiç de tabii değil. -Neden tabii değilmiş?
-Lütfen, benimle şu telefon kabinelerinden birine kadar gelin de, tabii mi, değil mi görün bakalım.
Komiser, iki polis, bir de adam Gar'ın telefon kabinelerinden birine geldiler.
Adam,
- Hep birlikte girelim de hepiniz görün... dedi. Dört kişi zar zor küçük odaya girdiler. 
Adam, Komiser'e,
- Şimdi lütfen kendi karakolunuza telefon edin! dedi. Komiser otomatik telefon kolunu kaldırdı, delikten
yirmibeş kuruş attı. Numarayı çevirdi. Sonra,
- Meşgul, dedi. Kolu yerine koydu. Konuşamayınca, atılan yirmibeş kuruşun alt delikten düşmesi gerekirdi, ama, düşmedi. Komiser, - Vay anasını!., dedi.  
Adam,
- Lütfen bikez de Emniyet Müdürü'ne telefon edin, dedi
.
Komiser bir yirmibeş daha attı. Numarayı çevirdi.  
-Cevap vermiyorlar, dedi. Telefonu kapadı. Yine yirmibeş kuruş düşmemişti.  
Komiser, 
-Vay anasını!., dedi. Eliyle kurcaladı, oynadı, vurdu, yirmibeş kuruş düşmedi.
- Bikez de Telefon Müdürlüğü'nü arayın. Komiser, çengele asılı rehberden Telefon Müdürlüğü'nün numarasına baktı. Otomatik telefona yirmibeş kuruş attı, numarayı çevirdi.
-Acayip sesler geliyor! dedi. Kolu yerine koydu. Yirmibeş kuruş yine düşmemişti.
İyice hırslanan Komiser, telefon kutusunu sarsmaya, yumruklamaya, sallamaya başladı.
Adam:
- Durun, dedi, ben beş senedir, bu otomatik umumi telefonlardan günde enaz on defa telefon ederim. Hiçbirinde konuşamam. Param da geri gelmez. Günde ikibuçuk lira, ayda yirmibeş lira, yılda yedi sekizyüz lira... Beş yılda şu kadar para...
Ben de sizin gibi hırslandım, vurdum, yumrukladım, sarstım, salladım, param düşmedi. Para bu. En sonunda kutuyu olduğu gibi kaldırdım. Bu kutu üçyüz lira.
Ben bunun parasını yirmi kere vermişim. Bir mal başka nasıl satın alınır?
Komiser, 
-Evet, dedi.
Adam,
- Hem ben size bişey söyleyeyim mi, dedi, bizde Elektrik İdaresi zarar eder. Sular İdaresi zarar eder, Tramvay İdaresi zarar eder, Havagazı zarar eder, Tünel zarar eder, Otobüs İdaresi zarar eder. Yani bütün resmi idareler zarar eder. 
Yalnız Telefon İdaresi kâr eder. Şimdi anladınız mı neden kâr ettiğini?
 Komiserle polisler, kabinden çıkmışlardı. Adam içerde kalmış, hâlâ telefon kutusuyla uğraşıyordu. 
Komiser,
- Ne yapıyorsunuz? diye sordu. 
Adam,

- Söküyorum, dedi, bu da benim. Evde üç tane daha var. Bir de sabahleyin söktüm. Bu beşinci. Daha iki tane hakkım var. Şimdi bunu söküyorum.

Komiser,

-O söktüğünüz telefonun yetmişbeş kuruşluğu benimdir, dedi. Sonra hep birden karakola gittiler. Adamın evinde yapılan aramada üç genel telefon daha bulundu. Evrak düzenlenip adliyeye gönderildi. 

Ertesi gün bütün gazeteler, "Aylardanberi genel telefonları çalan hırsız yakalandı" diye yazıyorlardı.

(Aziz Nesin, 2005 - İstanbul'un Halleri) 

Not: Fotoğraflar, bizzat kendi kameramla çekilmiştir.
 

Comments

Popular posts from this blog

The Blue Brain Cell Atlas